Zühal yıldızı
“Nerelisin?” Memleketini söyledi çocuk, aynı ilçedendiler, “Ben de
oralıyım” dedi adam. “Kimsin, kimlerdensin?” Kim olduğunu söyledi
çocuk, kimlerden olduğunu. O zaman elindeki eşyaları bırakıp, dikkatle
baktı çocuğa adam, bir Zühal yıldızı parladı kafasında. Yıllardır göklerde
dolanan ve yıllar öncesine ait bir Zühal yıldızı… Sanki bir anda
hazırlıksız yakalayıvermişti o yıldız adamı, bir taş meclisinde beton
yığınları arasında… Uzun zamandır göklerde, uzaklarda; sakin sakin
salınan yıldız, bir anda top mermisi gibi düşüvermişti zindanın orta
yerine. İyice baktı çocuğa adam, dünyanın en saf ve berrak gözleri vardı
çocukta, ruhu görünüyordu. Zühal yıldızı gibi uzak ve berrak. Bu lanet
zindanda ne işi vardı bu çocuğun? “Zühal?” Dedi adam, “Halam.” dedi
çocuk. Ağzından çıkan her kelimeyle yüzü daha masum bir hal alıyordu.
“Çocukluk arkadaşım.” dedi adam. “Mutlu mu?”. Evlenip ayrıldığını ve bir
ilköğretimde müdür muavini olduğunu söyledi çocuk, “Daha mutlu.” diye
ekleyerek. Zühal… Evlilik denilen klasik zindana kendini mahkûm
etmemiş Zühal, ekonomik özgürlüğünü kazanmış, kendi ayakları
üzerinde bağımsızlığını ilan etmiş. Zühal’den de bu beklenirdi diye ince
bir tebessümle büküldü adamın dudakları. Çocukluğumun Zühal yıldızı…
Kuzguni saçları, kömür karası gözleri, yüzünden hiç eksik olmayan, ışık
saçan gülümsemesiyle, hiperaktif bir melekti Zühal.
Cumhuriyetin ilk yıllarından kalma, “kale” diye tabir edilen bir
cezaevindeydiler. Adam uzak bir cezaevinden sevk gelmişti,
memleketine yakın bu cezaevine. Çocuk yaralamadan yatıyordu, adam
cinayetten; çocuk hayatın başındaydı, adam sonunda; çocuk cıvıl cıvıl ve
sağlıklıydı, adam sessiz ve hasta. Günlerce izledi adam çocuğu ve
günlerce yanaştı her fırsatta adama çocuk.
Bazen birdenbire hiç beklenmedik anda bir şey olur ve hayatımızda bir
güneş doğduğunu düşünürüz. En dipteyken, en sınırdayken, en her
şeyin sonu dediğimiz anda birden bir ışık huzmesiyle karşılaşıveririz.
Cılız bir ışıktır aslında, bir fener ışığı kadar bile yoktur ama biz onu güneş
sanırız çünkü öyle olmasını umarız. Bir tutunma isteğidir. Adam uzun
yıllardır yatıyordu ve artık bitkinliğinin, bu taş duvarların bedenini
çürüttüğünün farkındaydı. Bu farkındalık, ruhuna da yansıyordu. İlk
gençlik yıllarında hayran hayran izlediği ve mahalli kültür gereği bir türlü
hayranlığını ve aşkını dile getiremediği Zühal, bir şekilde hayatının bu
döneminde ruhuna sisli bir ışık gibi sızıvermişti.
Adam çocukta Zühal’den izler arıyordu, çocuğunki ise çocukça bir
meraktı sadece.
Sonunda çocuğu aldı karşısına adam. Ona kendi dilinde çocukluğunu
anlattı, Zühalli yılları, büyüyüşünü ve hayatı… Yaşadıklarını,
yaşayamadıklarını, eksik kaldıklarını ve tamamlayamadıklarını anlattı.
“Yaşam” dedi adam, “Avuçlarında bir sevgili eli varsa yaşamdır, senden
sonrakilere bırakabileceğin bir sevgi kırıntısı, bir anlam varsa. Oysa biz
heder ettik yaşamımızı anlamsızlık denizinde. Yaşam, bulunduğun
toplumdan sorumlu olmak olduğu gibi; hayatından geçen güzellikleri de
anmak, hatırlamaktır. Çünkü senin yaşamını anlamlı kılan dokunduğun
güzelliklerdir.”
Adam uzun uzun anlattı, çocuk derin derin dinledi. Çocuğun derinliğinde
yakaladı adam Zühal’i. Kuzguni siyah saçlarıyla ne kadar hiperaktifse o
kadar kendine ait, ne kadar yakınsa o kadar uzak, ne kadar suskunsa o
kadar derin…
Zühal’de rüzgârlar sert esermiş ya, onunki sessiz bir rüzgârdı. Kıpır
kıpırlığı da, dostluğu da arkadaşlığı da hep kendine aitti Zühal’in. Ona
onun izin verdiği kadar yaklaşabilirdiniz. İhtiyacınız olduğunda yanınızda
oluverirdi, bir eksiğiniz varsa tamamlayıverirdi ve bunları sessizce,
hissettirmeden yapardı. Zühal… İsminin anlamındaki gibi, kendine aitti.
Günlerce sürdü bu sohbetler. Çocuk sordu, adam anlattı; adam sordu
çocuk Zühal’i anlattı. Gün o gündü, geldi. Çocuğun özgürlüğe adım
atacağı gündü… “Biraz uyumalıyım.” dedi adam, “Yoruldum.” Uzun
yıllardır ilk defa keyifli bir yorgunluk hissetmenin mutluluğuyla yatağa
girdi adam. Gözlerini kapattığında gözkapaklarının arkasında ışıl ışıl
parlayan bir Zühal yıldızı gördü. Kıpır kıpır, yerinde duramayan bir
yıldız… Yüzüne bir tebessüm yayıldı.
Mazgaldan çocuğun adı okundu. Özgürlük vaktiydi. Herkes toplandı,
çocuğa veda ettiler. Çocuk, o an fark etti adamın uğurlayanlar arsında
olmadığını. “Uyudu kaldı herhalde.” diye düşündü. Bir selam bırakıp gitti.
Sayım saatinde adama seslendiler, cevap vermedi. Yüzünde mutlu bir
tebessümle ölmüştü. Ölümü onaylamak için gelen doktor gözkapaklarını
araladığında, gözlerinden birkaç damla Zühal yıldızı döküldü…
HALİL ÇAMAY
Halil Çamay (Çayyolu dergisi 3, sayı.)
Sürükleyici ve etkileyici bir öykü okudum. Final çok çarpıcı. Kaleminize duygunuza sağlık. Kutluyorum. Nicelerine.
YanıtlaSil