Kayıtlar

Seken Zaman

Resim
Resim: Deniz karakurt Öykü: Halil çamay “Hatırlar mısın, ben Karşıyaka vapuru ile geliyordum, sen Konak İskelesi’nde bekliyordun? Üzerinde sabah seçtiğimiz o mavi elbise vardı. Vapur iskeleye yaklaştıkça yüzün beliriyordu. Vapurun iskeleye daha yavaş yanaşması için dua ediyordum. Her salise sanki biraz daha aydınlanıyordu yüzün. Sanki vapur iskeleye değil de, güneş sana yaklaşıyordu. Ben vapurdan indiğimde sen salt bir ışık kesilmiştin. Elimdeki koliyi yere bıraktım ve sımsıkı sarıldık birbirimize. Sanki birkaç saat önce ayrılmamışız da yıllarca hasret kalmışız gibi.” Bir bahar günüydü, İzmir’di. Her yer İzmir’e kesmişti, hava ılıktı. Bir kitapçıda oturuyordum, kitaplar İzmir’di. Dükkân kitap kokuyordu, o geldi. Öylece geliverdi işte. Bir yaz gibi değil, bir kış gibi değil, bir insan nasıl gelirse o da öyle geldi. Ben kendimden gittim. Kapıdan giriverdi birdenbire sanki ışıklar da geldi. O geldi ben gittim. Bedenim oradaydı aklım gitti. Aklım nereye gittiyse onu da alıp gitti.  K...

Tabibe Hanım

Resim
  Öykü: Halil Çamay Resim: Deniz KARAKURT Evet, ama bilincine varmak insanın canını yakıyor! Lawrence Durrel  “Bizim gibi insanlar evlenmemeliymiş dostum!” diyen bir mektup aldım Tabibe Hanım. Demir kapının aralığındaki küçücük mazgaldan, kapkara ve resmi bir elden uzanan, dostluğu korkuya şikâyeti mazerete dayalı bir mektup. Parlak bir zarf, özensiz satırlar ve baştan savma cümleler… Demir parmaklıkların arkasında, demir parmaklıklardan da soğuk ve duygusuz bir mektup… “Bizim gibi insanlar…” Ne kadar kolay “bizim gibi” demek, öyle değil mi Tabibe Hanım? Oysa heyecan ve düş kırıklıklarıyla dolu bir yaşam demektir “bizim gibi” olmak. Aslında günlük yaşam içerisinde değerlendirdiğimizde “bizim gibi” olmak diye bir şey yoktur Tabibe Hanım. Bu, doğumla gelen bir tür lanettir. “Nedir bunun literatürdeki adı?” diye sorarsa o güzel ağzın, genel tabiriyle “serserilik” diyebiliriz. İçten içe gıpta etseler de bize statik yaşam içerisinde “normal” diye nitelenen insanlar, onlara pek...

Allianoi

Resim
  Tanrılara sunulmuş kutsal bakire gibi Kurbanlığına bir adım daha yaklaşıyor her gün suların ve ateşin, sunakların ve tellakların... gün görmemişlerin yüzü suyu hürmetine  su dökünenlerin kalesi... Allianoi Şimdi kurtarmak için taştan bedenini orta-çağ zihniyetlerinin elinden tıbbiyenin su sesi yok olmasın diyen Sokrates'in torunlarının avuçlarında gözyaşları gözleri yaşlara, yaşları sellere, selleri barajlara akıttığı yerde gömülen anılarla bir... Allianoi... sıcak ve şifalı taştan oyma bir tanrıça... Allianoi... seni kutsamak için gelen suların selamını getirdiği yaşlı bilgeler var  Allianoi... 'Ben aklın sesiyim“ diyor orta-çağ karanlığında bir kadın Çarmıhtan sesleniyor, Cadı... Çatırdayan alevler yutamıyor haykırışlarını 'Filozof’iyim, Bilgiye inanırım, Korkun bilgiden ve bilgiyi sevenlerden' Kahkahası tüm çağlarda yükseliyor Bedenini ateşe veren karanlığın içinden...   Gökdelenleri holdingleri sular altında bırakmayanlar...

Düş Çocuğu

Resim
  RESİM: Dilek ÖZALP Sessiz sedasız sokak aralarına neyle karılaşacağını bilemediğimizden salamıyoruz belki de düşlerimizi. Belki de ağır buluyoruz bu şehrin oyunlarını. Yalnızca düşleriyle oynayabilen bir çocuk, temizlik kokan yoksul bir sokağın boş arsasından bakıyor kaleye. Gururlanmayı öğrenemediğinden tüyleri titriyor. Düşlerinden türeyen top sesleri arasında yaralı bir yunan askeri ile göz göze geliyor. Düşle gerçek arası… “büyüyünce asker olmayacağım diyor annesine” “doktorda olmayacağım” Ne olacaksın diye sormuyor annesi. Bir oyun sanıyor düş gezginin söylediklerini. “nazlanmak istiyor herhalde” diye düşünüyor. “düş’te olmayacağım, babam da”  ‘anla artık, ciddiyim!’ diye bağırmayı bilmiyor sevimli düş gezgini. “ne oluyor be deli çocuk?” demiyor anne. “gavur askeri olmayacağım ben!” diyor. Dudakları titriyor. Büyüyor. Annesinin tuttuğu yerden tutuyor çalı süpürgesini.  “düş yordamıyla yaşamak istiyorum hayatı” diyor. Bazen bir kelebek bazen akbaba olmak istiyorum. ...

KIRMIZI

Resim
  RESİM: DENİZ KARAKURT Gidersen; Bütün tuvallerin beyazlarına vuracağım Gözyaşlarımdan kırmızıyı, Fırçam hiç susmayacak, Tüm renkler senin türkünü söyleyecek' demiştin Kırmızı Arkamda iki masum çiçek bıraktım sana Boynu bükük Ve suyun ömrü kadar mavi Uzayan düşlerinde ufacık bir yerlere koyduğunda beni; Giy kırmızıları Ve hala ben kokuyorsam; Bil ki kanayan yerlerinden fışkıracağım sana Kırmızının beyaza dönüşümüyle Halil çamay 2000 Yaba edebiyat dergisi

Süryanilerde Felsefe

Resim
   Süryanilerde Felsefe \ Halil Çamay Süryani (Suryoyo) adı ilk defa ne zaman ve nasıl kullanıldığı; hangi kimlik ve tanımlara karşılık geldiği, Süryani araştırmaları uzmanları tarafından tartışma konusu olmuş ve çeşitli tezler ileri sürülmüştür. Bu tartışmalardan çıkan genel sonuçlara göre Süryani adı, Mezopotamya da    hüküm süren bir krala veya coğrafi bölgeye nispetle kullanılmıştır. Bir görüşe göre Süryani adının Pers krallarından Koreş (M.Ö. 550-520) in adından geldiği, başka bir görüşe göre Suriye ve Mezopotamya da    hüküm sürmüş, Antakya kentini kurucusu, Aram kralı Suros tan gelmiştir.    Bu konudaki çeşitli tezlerden anlaşılıyor ki, ilk dönemlerde etnik bir tanımlama olan “Süryani” adı, daha sonra dinsel bir kimlik tanımlamasına dönüşmüştür. Bu çalışmanın temel amacı, Süryanilerin adı ve kökeni hakkında yapılan araştırmaları tespit ve tahlil etmek değil, Süryanilerin Grek, Pers ve İslam düşünceleri arasındaki felsefi etkinlik bakımından...

Sevmek Zamanı

Resim
 “Doğu dünyası gövdenin tatlı anarşisinden haz almaz, çünkü gövdeyi aşmıştır!” (Lawrence Durrell.    İskenderiye dörtlüsü. Justine.) Sessiz sakin yaşamlar vardır, içe dönük insanlar! Onları bir baloda göremezsiniz... Bir okey masasında, bir siyasi partinin yönetim kurulunda... Kendilerine has yaşamlarıyla, kendilerine ait dünyaları vardır! O dünyadan içeri giremezsiniz... Onların duvarları vardır, o duvarları yıkamazsınız! O duvarlara tırmanamazsınız… Kendilerine tabii insanlardır onlar. Sevinçlerini fark edemezsiniz, üzüntülerini sizlerle paylaşmazlar! Sessiz ve sakin insanlardır onlar. Sükunetleri; terk edilmiş bir Rum evinin ahşap duvarları gibi, efsunlu-gizemlidir. Sanki tarihi adımlarında taşırlar! Hayatı milim milim yaşar bu insanlar. Günlük ihtiyaç olduğu kadar konuşur; ortalarda görünmeleri gerektiği kadar görünürler. Siz onlara ulaşamazsınız, onlar size ulaşır… Yüreklerini, yalçın kayaların doruğundaki kar tepelerine benzetirim ben hep bu insanların. Kar, güneşin...