BİR KENTİN SESİ OLAN ŞİİRSEL ÖYKÜLER
Sesini 'derinde' taşıyan edebiyatçı, okuruna geç ulaşır.
Okur için 'okuma eylemi' yetmez. Zahmetli bir yolculuğu göze alırsa, o 'geç
buluşmada' şairin 'derin sesine' ulaşabilir.
Uzun yıllardır şiirlerinden tanıdığım, gençliğimin ilk
şairlerinden Rahmi Emeç, ilk "öykü" kitabını çıkardı. Daha önce dört
şiir kitabı yayımlayan Emeç, 80'lerin başında çıktığı yolculuğuna öyküyle devam
ediyor. Şiirsel dil, "Masallar Mektuplar ve Kuşlar"da da kendisini
gösteriyor, şiir'in günlük dili kırıp, çokanlamlı bir katmana varan yoğunluğu,
öykülerine sinmiş durumda.
Geleneksel öykü kalıplarına alışmış okur, dilsel olduğu kadar, kurgusal olarak da bu öyküleri yadırgayabilir. Bir olay örgüsünden ve öne çıkan 'kahraman profilinden' uzak, çoğunlukla iç konuşmalarla ilerleyen öykülerde, belli bir karakter, belli bir kimlikten çok, "insan"ın kendisini görüyoruz. 'Durum öyküsü' olarak da adlandırılabilecek bu metinlerde, içten içe yürüyen bir başka şey de, bireyin 'sıkıntı' ettiği farklı insanlık halleri. Eskimiş bir evde yaşamakta olan eski anıların canlılığı, bir istasyonda, kişilerin gözden kaçan 'uğultusu', bizim dilsiz sandığımız çiçeklerin o 'sessiz konuşmaları', birer yaşamsal 'kesiti' gözümüzün önüne seriyor. Fabrikada çalışan, sınıfsal konumu her haliyle ortada olan bir kadın için kurduğu "Ben ne zaman fabrikaya giden bir kadın görsem, incitilmiş bir yorgunluğun karşısında saygıyla eğilirim" (s.58) cümlesi, yazarın dünyaya bakışını ve kadına bir 'üreten' olması sebebiyle duyduğu saygıyı, etkili sözcüklerle dışa vuruyor. Emeç'in yıllardır harfleri çağrışımlar denizine yatırdığı 'sözcükler atölyesinden' geçirmiş olmasıyla, öyküler, derin birer söyleme ulaşıyor. Sadece öykü olarak değil, ustaca kaleme alınmış bir metinler toplamı olarak da okunmalı bu kitap.
MEKANININ POETİĞİ
Kentleşme sürecini tamamlamamış olan Eskişehir'in, edebi
sayıklamalara benzeyen öyküleriyle kitap, şehrin tanıdık sokaklarının beton
yığınlarıyla yitişine, yabancılaşmasına bir serzeniş adeta.
"Günaydın" diyor saksıda begonya, gelin dili, kuşkonmaz, yılbaşı çiçeği ve diğerleri. Siz yalnız yaşamaya sürgün edildiğiniz o günden beri, çiçeklerin ve kuşların dilini çalıştınız her sabah. Her sabah size en yakın güzelliğin diline uzattınız kendinizi."(s.8)
Her güzel düşün bir kavgası, bir bedeli vardır yaşamda. Ve
her kentin bir de "öteki" yüzü. Kişiyi bir anda dalından koparıp
kentin canlı gömütlüğüne gömerler güzel düşlerinden ötürü! Bir şubat soğuğunda,
bileklerinde soğuk çelik.
". Oysa o volta günlerinde de bu kentteydim, bu kentin
öbür yüzünde! Öyle değil midir? Her kentin herkesçe görülen bir yüzü vardır ve
o yüz herkesin günlük yaşamına girer bir şekilde. Birde öbür yüzü vardır ki, 80
öncesi azarlanmış bir kuşağın soluk alıp veren hemen bütün çocuklarını farklı
tonlarda da olsa tezgâhından geçirmiştir!"(s.12)
Büyüdüğü şehrin hapishaneleri de özletir şehri yazara:
"Telden tele mendil salla el salla..."(s.15)
Hep bir mücadele gerçeğini ve güzel yüreklerin güzel
yüreklere çarpışını anlatıyor öyküler. Bir kavganın eşliğinde yaşanan en güzel
aşkları. O aşklardan arta kalan yaşamları. Bu kente eylülle gelen nedir,
durmadan yakıyor eskilerimi! (s.32)
Tüm coşkuları, sevinçleri, acıları, umutları, umutsuzlukları
ve gidenden kalana; gözlerinden şakaklarına uzanan gözyaşlarının bıraktığı
tuzlu izleriyle gönderilmiş, (s.17) ölüme giden tarifsiz yolculuklarıyla
şehirde dolaşıyor yazar.
Şehirlerin eskimeyen yüzü, bozulmayan dokusu, yangından artakalan fotoğrafı, tren garlarından yansır. Sanırım bu yüzden, sık sık gardan şehre, şehirden de gara bakıyor. Garın yüzünde devam ediyor iç yolculuğuna: "Haydarpaşa yönünden gelip Ankara istikametine gitmekte olan. Sen bekleme salonundasın. Kaç gündür onlarca yüzle tanışıp kimi zaman için için didişerek ve kimi zaman göğsünü hasrete yaslamış insan öykülerine duygulanarak bekliyorsun. Kime, nereden nasıl gelecek, sen nereye ve ne zaman yola çıkacaksın." (s.69)
Bir de, sokak aralarında bir köşede fark edilmeyen bir
ayrıntı gibi, unutulmuş ya da gizlenmiş kireç badanalı, küçük bahçeli müstakil
evler var ki, buram buram şehrin tarihi kokar o evler. Çocukluğumuzun kış
masalları gibi yolculuklara çıkarız:
"Ben o yüzden, her şeye yaklaştıkça detayın ne olduğunu
anlar olmuştum nasılsa. Detay, duvarda işlenmiş bir kanaviçenin içindeydi.
Detay, kireç boyalı duvarda oluşmuş lekelerin bir haritayı çağrıştıran
gelgitlerindeydi. Yine detay, o resim de, torunlarını etrafına toplayan sevimli
yaşlı kadının anlıdaki kırışıklardaydı. Beklide bir mektubun içinde, onca
sözcüğe beylik eden tek bir sözcükte. Sahi detay neydi?" (s.39)
Gönül gözü açık okuyucuya hitap eden, ender ve yürek burkan ayrıntılarla bezeli on sekiz öyküyle bizi buluşturan bir kitap bu. Hayatın içinden ve hayatın kendisi...
08.08. 2014. BİRGÜN Gazetesi KİTAP sayfasından.
👏
YanıtlaSil