Şiir adımlarıyla sürgün


 Müzik, şiir  ve ışık tanrısı Apollon geçti karşımıza ve bizlere bir oyun önerdi,  tapınağının gölgesinin düştüğü yere bir demet şiir bırakıp “buraya ilk ulaşan şiiri alacak” dedi. Nar baba (Sezai Sarıoğlu) ellerimizden tuttu ve el ele koşturduk tapınağın gölgesine. Hepimiz demetten birer şiir aldık! Nar baba dönüp Apollona, “buna Ubuntu denir” dedi. Sonra Apollon dahil hepimize Ubuntuyu anlattı. “Kocaman kırmızı bir afrika haritasının altında küçük siyah bir lekedir Ubuntu.  Oysa ben biz olduğumuz zaman benim!” öfkeyle kükredi Apollon ve sürgün kararımızı verdi şiire. “Bundan sonraki yaşamınız salt şiir olacak!” dedi

Bir yanımızda Cemal Süreya; oturmuş apartmanın merdivenlerine, Tomris Uyar gülümsüyor pencereden aşk haline. Diğer yanımızda Nazım; yatırmış gözlerini karşı kıyıdan, Karadeniz'in azgın sularına, memleket kokluyor.  Öbür tarafta; gencecik yüreği, güneş gibi yüzü ve yaşam ağrılarıyla Didem Madak. Karşımızda, şiir kokan sakallarıyla nar baba, sürüldük şiire!

Her Perşembe sabahı evden çıkarken; düşürmeyelim diye boynumuza bağlandı şiirler.  Koşa koşa koşu yolunda, soluk soluğa buluştuk mahalle evimizde. Her hafta, nar babanın sakallarından şiirler derledik bir bir artarak.  Her yeni artımız yeni bir bakış getirdi şiire. Öğrendik; “ne çok yüzü varmış şiirin!”. Kar da nar fotoğrafları verip narda güneşlendik.  Güneşte terleyip, terli iken şiir içtik. Şiirden yazılarımız oldu, şiirden sözlerimiz. Sıcak çaylar, simit… Pastalar kestik şiirin izniyle arada, şiire doğuşlar kutladık. Dostluklar kurduk ki şiirin gölgesinde; şiirin getirdiği her şey kendindenmiş, öğrendik. Nar babanın kocaman sakalları nelere kadirmiş!…  

Arada bir köy türküsü duyduk, utandık!

Şairim
Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası
Ayak seslerinden tanırım
Ne zaman bir köy türküsü duysam
Şairliğimden utanırım (1)

Arada bir ızdırap şarkısı duyduk, kederlendik!

Şu göğsüm yırtılıp baksan, dikenler aynı güldendir
Şikâyet bilmeyen kalbim kanar hep aynı eldendir
Bu dertten kurtulan yok mu duâlar hangi dildendir
Şikâyet bilmeyen kalbim kanar hep aynı eldendir.(2)

Vesselam bir yılın ortasında bulduk kendimizi kocaman bir şiir kulübü olarak.

Her hafta bir buket şair demetiyle gelip nar baba, türlü kokularını anlattı bize renk renk yapraklarının.  “Anlatmak yüce bir işmiş!” deyip, andık çağın bütün anlatıcılarını. Cemal Süreya’yı elma renginde hissettim nar babanın dudaklarından döküldükçe yaprakları. “bir yarısı kırmızı, diğer yarısı yine kırmızı” idi. Nazım hikmet hasret kokan bir şapkaydı, taktık başımıza şiirden çelenkler gibi. Orhan Veli bir yoksulluk pardösüsüydü, üşümesekte giydik şiir gibi.  Yıldırım Türker girdi araya bazen,  “saçakaltlarında buluştuk kaldırıp yakalarımızı.”  Ahlar ve vahlarla andık ismet özeli! Rahmetle…  İrfan Yıldız kırık kemençelerini topladı kara denizin, el verip istanbullu şairlere. Emel İrtem gülümsedi kısık gözler ile eski şehirden. Islık çaldı finli koreli italyan kızlarla ve ıslığın bittiği yerde öpüştü kızlar. Tüm istanbullu şairlerle kırık kemençelerini topladı İrfan yıldız. Tomris uyar’sa; birisinin göğe bakma durağı, birisinin sevdiceği, birisinin kalp ağrısıydı. Kendisine sorsak, el kadar bir kadındı!  Manş denizini aştık Rimbaud’la, Verlaine la, şiirler yazdık güneşin batmadığı yerlerde, pencereden uçan balıklarla…

Yani; Tutup ellerimizden nar baba, götürdü düşlerimizi yaşayan ve yaşamayan şairler ülkesine.
Her tanıştırdığı şairden bize ödevler verdi, “anlatın şairi ve şiirini!”…

Aklının ortasında mavi bir yıldız varmış gibi
Ve o yıldız karanlık bir şubat akşamında
Durmadan soluyormuş gibi.” (3)

Bir döngünün içerisinde, saçlarından bir tutam koparıp Arzu, (Sırmabıyık) uzattı anne şefkatiyle Didem Madak a.

Hatırlar mısın?
Mavi saçlı bir Tanrı gibi severdim Burdur gölünü
O göl şimdi içimde kocaman bir anne ölüsü
Vişne bahçeleriyle dolu,
Neşeli bir şehre benzerdi senin sesin.
Bazen ölmek istiyorum.
Beni yeniden doğurman içi
İri, ekşi bir vişne tanesi gibi

…”(3)

Döngüler döngüleri doğurdukça, selamladık yeni bir şairi, el ele.

“…

Aydınlığım deliyim rüzgârlıyım
Günaydın kaysıyı sallayan yele
Kurtulan dirilen kişiye günaydın…(4)”

Yaseminse (çetin mutlu) oturup karşılıklı Gülten Akınla kesti kara saçlarını…
“...
Şimdi şaşıyorum bir toplu iğneyi
Bir yaşantı ile karşılayanlara
Gittim geldim kara saçlarımdan kurtuldum...(4)”

Arada hüzünler ülkesine de düştü yolumuz. Doğu felsefesinin, hikmetin ve ilahi aşkın ülkesine, İran’a…
“…
Bütün gün gözlerimi diktim
Gözlerine yaşamın
O korkak ve kaygılı gözlere
…”(5)

Cüzamlılar çadırından el ele çıktı Peyda (yurtseven) Hüseyin Mansur adlı küçük bir çocukla. Diğer eli Füruğ’da.

“…
Hangi tepe hangi doruk?
Koruyun beni ey kaygılı ışıklar
Aydınlık evler
Çamaşırların ıtırlı tütsülerle güneşli çatılarında salındığı
Koruyun beni ey olgun ve saf kadınlar
Parmakları çocuğun zevkten çıldırtıcı kıpırtılarını izleyen tenleri üstünde
Göğüslerinden süt kokusuyla karışık taze esintiler gelen…”(5)

Yüreğimizi saldık sonra adalar ülkesine ve sordu Aysel (Okan Hoşgit) bir ada yalnızlığına;
“Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar
Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar”(6)

yalnızlığın soğuk demirleri vardı sanki, yalnızlığın ölüm sessizliği...

“…
Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar
Ve dağılmış pazar yerlerine memleket
Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile…” (6)

Herkes her şairden bir şeyler sundu demet demet…
cennet ve cehennem ülkelerinden.(7)

Bense; 
ters yüz ettim derimi, yalnız dudaklarım kaldı geriye… (8)

 

1-          Bedri Rahmi Eyuboğlu. Türküler Dolusu şiirinden

2-          Şu göğsüm Yırtılıp baksan şarkısı. Beste: Cevdet Çağla. Güfte: Hikmem Minir Ebcioğlu

3-          Didem Madak. Annemle İlgili Şeyler Şiirinden

4-          Gülten Akın. Kestim Kara Saçlarımı şiirinden

5-          Füruğ Ferruhzad. Yeşil Düş adlı şiirinden

6-          Füruğ Ferruhzad İranlı cüzzam hastalarını ve onların sorunları ile ilgili
1962 yılında “kara ev” adlı bir film yapar. Film çekimi sırasında cüzzamlılar evinde tanıştığı Hüseyin Mansur isimli çocuğu evlat edinir.

7-          Edip Cansever. Mendilimde Kan Sesleri Şiirinden

8-          Vladimir Mayakovski. Pantolonlu Bulut şiirinden esin.

“kara deniz, eski şehir” özellikle ayrı yazılmıştır. Bilginize… saygıyla

 

 

 

 

 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sevmek Zamanı

Tabibe Hanım

Derin Nil