Tabibe Hanım
Resim: Deniz KARAKURT
Evet, ama bilincine varmak insanın canını yakıyor!
Lawrence Durrel
“Bizim
gibi insanlar evlenmemeliymiş dostum!” diyen bir mektup aldım Tabibe Hanım.
Demir kapının aralığındaki küçücük mazgaldan, kapkara ve resmi bir elden
uzanan, dostluğu korkuya şikâyeti mazerete dayalı bir mektup. Parlak bir zarf,
özensiz satırlar ve baştan savma cümleler… Demir parmaklıkların arkasında,
demir parmaklıklardan da soğuk ve duygusuz bir mektup… “Bizim gibi insanlar…”
Ne
kadar kolay “bizim gibi” demek, öyle değil mi Tabibe Hanım? Oysa heyecan ve düş
kırıklıklarıyla dolu bir yaşam demektir “bizim gibi” olmak. Aslında günlük yaşam
içerisinde değerlendirdiğimizde “bizim gibi” olmak diye bir şey yoktur Tabibe Hanım.
Bu, doğumla gelen bir tür lanettir. “Nedir bunun literatürdeki adı?” diye
sorarsa o güzel ağzın, genel tabiriyle “serserilik” diyebiliriz. İçten içe
gıpta etseler de bize statik yaşam içerisinde “normal” diye nitelenen insanlar,
onlara pek güven vermeyiz. Yaşam şeklimizi aykırı, düşlerimizi anarşizan bulurlar.
Oysa doğamız ne kadar aykırı olsa da, o “dostum” kavramındaki “dostluk” tam
olarak bizi ifade eder. Bu serseri, göçebe yaşamımızda dostlarımız için birçok
fedakârlıkta bulunmuşuzdur.
Aslında her birimizin tenhalarda durağan bir yaşam hayali vardır. Bir sahil
kasabası, bir çiftlik…
Örneğin
öyle çok isterdim ki; bir dağ köyünde bir çobanın oğlu olarak dünyaya gelmek,
baba mesleğini devam ettirmek, babanın seçtiği bir kızla evlenmek, soy devam
etsin diye çocuk yapmak, düşünmeden sorgulamadan yaşamak…
Kolaydır
bu tür yerleşik yaşamlar Tabibe Hanım. Aykırı düşlere, tutkulara, keşiflere yer
yoktur. Her şey programlıdır. Oy vereceğin parti bile ata yadigârıdır. Tek
kaygı, soyu yürütmek ve birkaç baş hayvan daha çoğaltmaktır. Ama müesses nizam
içerisinde bizim yaşamımız sakıncalıdır, haramdır, yasaktır!
Oysa
biz kısa ömrümüzde, tutkularımızın peşinde, maceradan maceraya koşarız. Her düş
kırıklığının ardından onlarca defa söz vermemize rağmen kendimize,
duracağımıza, durulacağımıza…
Aşk
ateşini bilir misin Tabibe Hanım? Aslolan şudur ki; bizim gibi insanlar,
yüreklerinde üzeri ıslak bir mendille örtülü bir volkan taşır. Zaman zaman o
mendil ıslatılmalı ve tekrar örtülmelidir. Unutulur da mendil tutuşursa,
lavları dünyayı saracak sanırsınız. Oysa paramparça dağılacak ve her bir
parçası ayrı bir yangın yerine dönüşecek olan, yalnızca kendi gezgin bedenimiz
ve kayıp ruhumuzdur. Yüreğinde “gitmek” olan bir serseri, yerleşik birine âşık
olursa bu bir kıyamet alametidir! Aşkın bağlayıcı duygusuyla direnir gezgin.
Yüreğinde alev alev bir tutkuya dönüştükçe aşk, direnir… Kalır, yerleşmeye, bir
yuva kurmaya çabalar. Kurup kuracağı, göçebe bir kuşun mevsimlik yuvasıdır
oysa.
Direnir…
Günler geçer aylar geçer, birkaç mevsim tekrarından sonra tam duruldum derken,
sular çırpınmaya, içindeki hayvanın gözü yollara düşmeye başlar. Yerleşik aşk,
acıtan bir deneyimdir gezgin için. Aşkın ateşi tüm damarlarında
dolaşsa da alev alev, gözünü yollardan alamaz. Sular çırpındıkça bulanıklaşır.
Vahşi toynaklar, toprağı dövdükçe suların çırpınışı fırtınaya, deli dalgaları
yalçın kayalıkları döven karanlık bir denize dönüşür. Ve sonunda vahşi hayvan
şahlanır.
Bir
gün hiç tanımadığı bir şehirde, bir otel odasında açar gözlerini. Yeni düş
kırıklıklarına programlı, yeni bir yaşam başlar. Seyahatler
sıklaşır, dostlar çoğalır. Her şehirde bir sevgili, her sevgilide
bir yanık izi kalır. Her tende ilk aşk, her bakışta o masal aranır. Yeni
yollar, yeni yolculuklar… Yerin ve yönün bir önemi kalmaz. Üçüncü sınıf otel
odaları, kapısına kilit vurulmayan sabahçı kahvehaneleri, istasyonlar,
şantiyeler, hapishaneler… Anlamsız yerler, puslu - barok mekanlar… Kıyıya,
kenara sürüklenmiş bir salça tenekesi, bir dondurma külahı, içki şişesi,
çikolata ambalajı gibi, bir yaşama dönüşür yıllar geçtikçe o fırtınalarla
beslenen gençlik. Rüzgar bir musalla taşına savurana dek, anılarla çürümüş
yaşlı bedeni… Bizlerin yaşamı lanetlidir Tabibe Hanım, bizlerin yaşamı yasaklı…
Serserinin
doğası iyileştirici sezgidir Tabibe Hanım, sessiz yaratıcılık… Biçimlerin ve
kalıpların dışında, simgesel anlamları olmayan uçurum çiçekleri… Gitmekse bir
başka aşktır Tabibe Hanım, sanatların en cazibelisi, günahların hac eylemi…
Yasak
elmayı bilir misin Tabibe Hanım? Kan kızılıdır. Yer yer açık kırmızı damarları
vardır. Bol sulu olduğu o damarlardan anlaşılır. Fettan bir dilberin al
yanakları gibidir, ısırmak istersin, dişlerini geçirmek, serin sularının
dişlerinin arasından sızışını hissetmek… Yasaktır ve tüm yasaklar gibi
cazibelidir. Isırırsan sonuçlarına katlanırsın. Âdem ile Havva’nın cennetten
kovulması kadar ağırdır sonuçları. Ama biz Lilith’in çocuklarıyız Tabibe Hanım.
O elmayı ısırıyoruz ve dişlerimizden sızan kan değil.
“Bizim
gibi” olmak, bizi yaşamak zordur Tabibe Hanım! Ajandalar arasında kaybolan
düşlerimiz vardır. Dostluklar, yaralar ve sözcükler taşırız çıkınımızda.
Yükümüz ağırdır. Diyalektik düşlerimize karşın metafiziksel bir yanı vardır
yaşantımızın. Her maceranın sonunda, annesinin cesedi başında uluyan köpekler
gibi, döner ziyaret ederiz aile ocağını. Zordur bizim yaşamımız Tabibe Hanım,
bir mektubun satır aralarına sığmayacak kadar…
👏👏
YanıtlaSilTeşekkürler
SilÇok güzel. Kalemine sağlık arkadaşım.Tabibe Hanımın reçetesinde nicelerine şifa olsun öykün.
YanıtlaSilTeşekkürler
SilLilith in çocukları olmak...ayrıksı ve düş dolu. Tebrikler
YanıtlaSil