Kayıtlar

UTANÇ

Resim
  Tüm bedenindeki zarafeti yerden kesilmiş ayaklarından akıyordu sanki toprağa. Bıçaklanmış bir söğüt dalı gibi solmaya yüz tutmuş yüzünde, asil bir güzellik vardı her şeye karşın. Yüzünün iki yanına dökülen kömür karası saçları meydan okur gibiydi kaderine. Boynundan kirişe uzanan ip, kara saçlarının uzantısı gibi kararmış, utanmıştı sanki gördüğü işlevden.  Baharın tüm çiçeklerini üzerinde toplayan elbisesinin, kollarından uzanan ellerine kara bir kına yakmıştı son olarak.  İpi kesip yere indiren doktora fısıldadı ölü beden, “çok sevmiştim, çok! …” Dizleri üzerine çökmüş, sessiz sessiz ağlıyordu ana!… Sırtını duvara dayamış, başı elleri arasında susuyordu baba… Uzun uzun baktı kucağında ki ölü bedene doktor…  Dışarı çıksın herkes dedi asker elinde ki battaniyeyi doktorun önüne sererek.  Saygıyla battaniyeye uzattı zarif bedeni doktor…  Simsiyah saçları iki yanına atıp yüzünün, bir süre daha izledi asil güzelliği. Dışarı çıkıp her defasında söylemekten uta...

Şiir dediğin birkaç imge mi?

Resim
  Şiir dediğin birkaç imge mi sıradanlığa dönüşen?  ben senin hiç sıradan olmayışını seviyorum demiştin bir sahil kafeteryasıydı bir yaz akşamıydı ve birlikte yaşlanmaktı düşlediğimiz…  Bu halimi görseydin…  Saçma bir dünyaya açılan pencerenin önünde durmuş şiirlerimi pazarlamaya çalışıyorum karşımdaki edebiyatı kurduğu birkaç cümleden sayan, bir az gelişmiş bense sıradan insanlar gibi yaşayamayacak kadar korkak yazdıklarının arkasına gizlenmiş bir yaşam suçlusu Şiirlerimden bahsediyorum yazıyorum diyorum yazıya bağımlı yerlerimden nefret ederek kalite-kalite, sınıf-sınıf ayrıştırılırken yazdıklarım iyi beslenmiş Neandertal yazı tüccarının ellerinde.  yazıyorum diyorum…  gözlerimde öfke, dudaklarımda titreme…  Şizofrenik bir sevda imgelerle aramda  uzun soluklu cümleler kurup soluksuz şiirler yazıyorum  Sylvia plath a âşık oluyorum soluk soluğa Nilgün Marmara ya Virginia wolff a Ve...

Zühal yıldızı

Resim
“Hoş geldin.” dedi çocuk, “Geçmiş olsun.”.  “Hoş bulduk” dedi adam, “Nerelisin?” Memleketini söyledi çocuk, aynı ilçedendiler, “Ben de oralıyım” dedi adam. “Kimsin, kimlerdensin?” Kim olduğunu söyledi çocuk, kimlerden olduğunu. O zaman elindeki eşyaları bırakıp, dikkatle baktı çocuğa adam, bir Zühal yıldızı parladı kafasında. Yıllardır göklerde dolanan ve yıllar öncesine ait bir Zühal yıldızı… Sanki bir anda hazırlıksız yakalayıvermişti o yıldız adamı, bir taş meclisinde beton yığınları arasında… Uzun zamandır göklerde, uzaklarda; sakin sakin salınan yıldız, bir anda top mermisi gibi düşüvermişti zindanın orta yerine. İyice baktı çocuğa adam, dünyanın en saf ve berrak gözleri vardı çocukta, ruhu görünüyordu. Zühal yıldızı gibi uzak ve berrak. Bu lanet zindanda ne işi vardı bu çocuğun?  “Zühal?” Dedi adam, “Halam.” dedi çocuk. Ağzından çıkan her kelimeyle yüzü daha masum bir hal alıyordu. “Çocukluk arkadaşım.” dedi adam. “Mutlu mu?”. Evlenip ayrıldığını ve bir ilköğretimde müdü...

Derin Nil

Resim
  Sen Bach dinliyordun Antuan kilisesinde Ben Hatırlamaya çalışıyordum müziği İçerde…   Su. Belki yağmur belki kış Kuş Belki yalnızca iz Kuş ölür diyor ya füruğ Geriye kalan yalnızca iz, Oysa burada her şey mahsus mahal…   Kafamı kaldırıp göğe Görmek istedim Nihavendi ölü bir kuş resmi Geriye kalan yalnızca, Kanatların kırık dansı İz…   Mahsus mahalde her şey biraz buruk Kırık Akneli   Burada en büyük hediye Bulutlara çizilmiş kuşların uçuşu Saatlerin dakikaların akışı Burada en büyük hediye Bach dinleyebilmek bir gazete kupüründen Yağmurun sesinden Mazgalın gürültüsünden    Burada en büyük hediye Unutabilmek sıradan şeyleri Bulutlara çizemediklerimizi Halil Çamay (Üvercinka dergisi 2020 nisan sayısından)

YELKOVAN DİKENİN GÜNÜ

Resim
Resim: Aysun Pakalın                                             Önce bir damla kan düştü toprağa Bir çocuğun küçücük bedeninden Ardından yaşlı bir kedinin başı Havada asılı kaldı haykırışa dönen miyavlaması Şeytanın ve yelkovan dikeninin günüydü Sokağın bir ucundan diğer ucuna, İçleri muhafazalı buz kutularına boşaltılmış Cesetlere takılmadan Geçip giden yelkovan dikeninin günü Rüzgârın oynaştırdığı çivisi çıkmış kapıların gıcırtısıydı Ölüm sessizliğini bastıran  Belki de asil Irak’lı isyancıların son sözleri; “ ölmek değil bizi endişelendiren, cesetlerimizin ahvali…”  olmalıydı. Ardından bir papazı çarmıha gerdiler Pontus’ta Ve Aydınlığa bir kurşun sıktı Konstantinopolis’te bir Pontus’lu Sessiz çığlıklar gibi uzandığında sokak ortasına, Ahparig pabuçlarıyla aydınlık; Sözcüklerinden arta kalandı üzerine örtülü gazeteler. “Tanrıların bahçelerinde oynaya...

ZEYTİN’İN İLMİ-HÂLİ

Resim
Fotoğraf: Didem Altunay. Datça domuz çukuru limanı Bütün Akdeniz, heykeller, palmiyeler, altın kolyeler, sakallı kahramanlar, şarap, fikirler, gemiler, ay ışığı, kanatlı gorgonlar, bronz adamlar, filozoflar, tüm bunlar dişlerin arasındaki kara zeytinin ekşi, sert tadından çıkmış gibi. Etten ve şaraptan daha eski bir tattan. Soğuk su kadar eski bir tattan. Lawrence   Durrell Yıllar yılı beyaz bir güvercin ağzında zeytin dalıyla süzülsün diye, sürdük yaşam tarlasını. Otları taşları temizledik, ellerimiz ayaklarımız nasırlara gark oldu. Umut ettik ki; ağzında zeytin dalıyla bir beyaz güvercin, göklerden barış getirecek; yanıldık!    Oysa zeytin ağacı, tüm kutsal kitaplarda kutsallığın, bolluğun, adaletin, sağlığın, gururun, zaferin, refahın, bilgeliğin, aklın, arınmanın ve yeniden doğuşun, kısaca insanlık için en önemli erdem ve değerlerin sembolüdür. Cennetin iki ağacından biridir. Ağır başlı bir sükûnetle, yaşamın izleyicisidir. Tüm medeniyetlerin koruyucusudur. Tüm...

BİR KENTİN SESİ OLAN ŞİİRSEL ÖYKÜLER

Resim
Sesini 'derinde' taşıyan edebiyatçı, okuruna geç ulaşır. Okur için 'okuma eylemi' yetmez. Zahmetli bir yolculuğu göze alırsa, o 'geç buluşmada' şairin 'derin sesine' ulaşabilir. Uzun yıllardır şiirlerinden tanıdığım, gençliğimin ilk şairlerinden Rahmi Emeç, ilk "öykü" kitabını çıkardı. Daha önce dört şiir kitabı yayımlayan Emeç, 80'lerin başında çıktığı yolculuğuna öyküyle devam ediyor. Şiirsel dil, "Masallar Mektuplar ve Kuşlar"da da kendisini gösteriyor, şiir'in günlük dili kırıp, çokanlamlı bir katmana varan yoğunluğu, öykülerine sinmiş durumda. Geleneksel öykü kalıplarına alışmış okur, dilsel olduğu kadar, kurgusal olarak da bu öyküleri yadırgayabilir. Bir olay örgüsünden ve öne çıkan 'kahraman profilinden' uzak, çoğunlukla iç konuşmalarla ilerleyen öykülerde, belli bir karakter, belli bir kimlikten çok, "insan"ın kendisini görüyoruz. 'Durum öyküsü' olarak da adlandırılabilecek bu metinlerde...