Rüyalarım Okra Sarı
Uzaklardan bir yerlerden özgür aşk iklimlerinin kokusunu getiriyor
rüzgâr. Proleter çığlıkları kadar hâki, ülkemin ekonomik aşk gerçeği kadar
sahi…
-Hey barmen!
Ateşli sanrılarla bir aşk hali içerisindeyim. Yıkıntıyım, viraneyim, hasarlıyım.
Zamanımın çoğunu yatakta geçiriyor, düş yolculuklarına çıkıyor, insanlardan
kaçıyorum. Hayat eski hayat değil. Gün eskisi gibi doğmuyor. Dönüp geldiğim
baba ocağı bile bir başka tütüyor. İstasyon, sokaklar… Bir yabancıyım. Kendi
şehrime de, doğduğum bu eve de...
İnsanlardan korkuyorum. Birilerinin bana herhangi bir vesile ile
hitap etme ihtimali bile karnıma ağrılar girmesine neden olduğu için, odamdan
çıkmıyorum. Odamdan… Önceden benim, şimdi kardeşimin olan oda… Her şey bana
yabancı artık, kendim bile… Bir aşkın yıkıntıları arasından kendimi sürükleyip
getirdiğim bu baba evinde, ailemden kaçıyorum. Bu küçücük oda iyi geldi bana.
Burada dışa kapalı bir yaşamım var.
Ne kadar oldu döneli? Bir hafta mı, bir ay mı? Zamanla ve
insanlarla tüm bağım kopmuş durumda. Diyaloglar, özellikle soru sorulması
ürkütüyor beni. Hep yataktayım. Yatağa hapsettim kendimi. Ya da odayı kendime
hapsettim. Genel olarak kendi dünyamı inşa ediyorum. Yıkıyorum, bozuyorum,
yeniden kuruyorum. Sanki zihnimde bir dizi film çekiyorum. Hep aynı hikâyenin
farklı versiyonları, ihtimaller... Gözlerimi kapatıp yıktığım yaşamı başka
dünyalarda, başka alanlarında, başka şartlarda düşlüyorum.
Böyle başladı benim düş yolculuğum, uzaklarca. Uyanmaya
korkuyor, ensemde küçük küçük fırça darbeleri hissediyorum. Ben kafamın
içerisinde kendime, kendimce dünyalar kurarken kafamın arkasında bir ressam da
kendi dünyasını resmediyor. Boyanın kokusunu alabiliyorum. Bazen yağlı boya,
bazen akrilik, bazen de su bazlı toz boya kullanıyor. Bazen ipek dokunuşlu
fırçalar kullansa da genellikle resimlerini spatula ile yapıyor ve bu canımı
çok yakıyor. Ara sıra canımın yanması ona keyif veriyor ve bu durumlarda
spatulayı daha çok bastırıyor. Canım yandığında çıkardığım seslere gülüyor. Bu
davetsiz misafir benim yaşlarımda (yirmili) bir kız, gülüşünden anlıyorum. Onu
göremiyorum, kovamıyorum, müdahale edemiyorum.
Bu gün aklıma ilk kez Delacroix’nın “Halka Önderlik Eden
Özgürlük” adlı tablosu bir duvar resmi olarak düşüyor. Ardından mavi bandanalı
bir kız... Gözlerimi açamıyorum. Saatin tik takları sanki “Ne olursa
olsun, yaşamaya mecbursun.” diyor. Ardından aklıma Kaos Bar'daki asık suratlı,
sakallı barmen düşüyor. Hiç konuşmayan kara sakallı bir çocuktu. Ya da ben
konuştuğuna hiç rastlamamıştım.
"Bana savaşsız bir Fransız masalı anlat, dost olalım!"
demiştim ona, sarhoştum.
Asık suratı daha bir asılmıştı. Galiba hiç konuşmadığına o
sarhoş halimle kanaat getirmiştim.
O zamanlar hep sarhoştum, şimdiyse korkağım. Gözlerim kapalı ve
barmenle konuşuyorum. Uykuyla korkaklık arası bir yerdeyim. Korku mu uyku hali
veriyor, uyku hali mi korkutuyor bilmiyorum. Yine bir Fransız masalı
istiyorum barmenden.
"İçinde aşk da olsun, mutlu son da..." diyorum.
Nerdeyse çeyrek asır öncesi bir barmen düşlerimin konuğu...
"Haydi, seni yarın akşama kadar dinleyebilirim, sarhoş
olmak istemiyorum."
Kara sakallı barmenin kara suratı hep olduğu gibi asık. Beni
görmezden gelerek teybe bir kaset koyuyor ya da bitmiş kaseti değiştiriyor.
Fonda Pink Floyd'un Hey You'su çalıyor. Sanki asık suratının ve kara
sakallarının ardından barmen, şarkı yoluyla bana sesleniyor.
Şarkı “Yalnızlaşıyorsun,
yaşlanıyorsun.” diyor.
"Açmayacağım gözlerimi." diyorum.
Ensemde sıcak bir nefes akrilik yedi'yi kullanıyor, okra sarı.
“Hey sen, orada yalnız duran!” diyor şarkı.
Korkum büyüyor. Titreyerek monolog halinde bir iç sayıklama
yaşıyorum.
“Gönülde sevda, dilde söz bitmiyor. Onun gözleri yalnızca
tuvallere bakıyor şimdi. Başka bir kıtada, başka bir meridyende... Şu an orada
sabah mı? O kokulu mumları severdi. Benim mumum kendi eksenini ışıtıyor,
sevişmelerimizsiz.”
“Ah! Sevdadandır bu sararmış yüzle ciğerlerimin zamansız
çırpınışı.”
“Akrilik hürriyet içindi!” diyorum.
Kime diyorum? Barmene değil. Sayıklamıyorum da... Kendi sesimi
duyuyorum. Cümle ağzımdan dökülüvermiş olmalı. Odada kimse var mı? Gözlerimi
açamıyorum. Kokusuz mum sevişmelerimizi anımsatmıyor. Barmen sürekli bardakları
kuruluyor.
Şarkı “Ne kadar çabalarsa çabalasın özgür kalamadı” diyor.
"Belki de Jan Valjean o kadar masum değildi, orası Marquis
de Sade Fransa'sı." diyorum.
Artık sayıklıyor muyum, barmene mi sesleniyorum, konuşuyor muyum
önemi yok. Yol devam ediyor, yolculuk bitmiyor.
"Candide, Fransız değildi ama amme otoritesi
Diderot’nundu!"
Korku gidiyor ama gözlerimi açmak da istemiyorum. Barmense hala
bardak kurulamaya devam ediyor.
“Özgür kalamadı ve onun kanına girdiler.” diyor şarkı.
Fransız edebiyatından Alman edebiyatına nasıl bir geçiş
yaptıysam, “Ben Genç Werther’den daha cesurum.” diyorum.
Düş konuğu da olsa barmen şaşırıyor. İç monoluğum geri tepiyor.
“Çektiğim aşk derdi, tattığım ayrılık zehri… Şirazi değilim ben,
gazel çekmiyorum. Dünyayı dolaşıp öyle bir güzel sevdim ki yaralı gönlümden
dudakları arasında tuz ekmek hakkı var.”
Şarkı; “Hey sen, orada duvarın ötesinde olan, holde şişeleri
kıran!” diyor.
Barmen elindeki bardağı düşürüyor. Ben sayıklayarak haykırmaya
devam ediyorum.
“Yanan benim, dudaklarını içip sarhoş olan da. Güzel bir çocuktu
o, oynarken öldürdü beni. Gözümü açmamam; yokluğunu görme korkusu;
ensemdeki hissediş, alışkanlık. Dünyayı dolaşsan benden bahtsızını bulamazsın,
her bulduğun bahtsız da aynı şeyi söyleyecektir.”
Şarkı, “Hey sen, bana hiç umut olmadığını söyleme!
Birlikte ayakta duruyoruz, dağılırsak düşeriz.” diyor.
Barmen, şaşkın şaşkın öylece duruyor. Şarkı değişiyor.
“Unut sözlerimi ve aç gözlerini! Karın uyuyorsa uyandırma!
Sevişmek için çok geç.”
Ellerimi gözlerime götürüyorum. Ellerim ıslanıyor.
"Açma gözlerini, rüyalar da okra sarı!"
Halil Çamay (Eliz edebiyat dergisi 152. Sayı.)
Kaleminize yüreğinize sağlık...
YanıtlaSilTeşekkürler
Sil