Varoluşun Sonsuz Dalgası / Halil Çamay
Bir gülüşte varlığın özü saklanabilir mi? Ama bu gülüş, sıradan bir tebessüm değil; zamanın, mekânın ve tüm varlıkların özünü bir an içinde saklamış bir çağrı! Her şey bir gülüşle başladı. Ama o gülüş, basit bir tebessüm değildi; varoluşun sırlarını bir dalgaya saklamış gibiydi.
Zaman, o anla birlikte büküldü; mekân, anlamını yitirdi. O gülüşte, akıl ve duygu arasında bir denge kurmaya çalıştım. Ama o denge, her an yıkılmaya hazır bir kule gibiydi. Yine de o kulede yaşadım; çünkü hayatın anlamı, tam da bu dengeyi arama çabasında saklıydı. İnsan
bir bakışta tüm yaşamını sorgulayabilir mi? Yoksa bu sadece bir yanılsamanın daha yoğun bir yanı mı? Gözlerinde gördüğüm şey yalnızca güzellik değil; o bakışlarda hayatın tüm karmaşası, çelişkileri ve anlam arayışı gizliydi. Aşk, işte bu karmaşayı kabul etme ve onun içinde bir yol bulma çabasıydı.
Hakikat insana doğrudan gelmez der sufistler, hakikat, arayışın içinde saklıdır. Yolculuk, insanın kendini aşma çabasıdır ve bu çaba, her adımda insanı biraz daha eksiltir. Bu yolculuk, içsel bir keşfi temsil eder. Onunla yaşadığım her an, kendi ruhuma bir yolculuktu.
Aşk, sadece güzel anları değil, aynı zamanda yıkımı da içerir. Ama bu yıkım, bir inşa sürecidir. Her gidişiyle içimde açılan boşluk, aslında beni yeni bir benlik yaratmaya zorluyordu. Eksilmek, aslında tam olmaya giden bir süreçtir. Onu sevmek, bu yolculuğu başlatmak gibiydi. Her gülüşü, beni kendi varlığımın köşelerinde saklı duran sorulara yöneltti.
Bu soruların cevapları, hiçbir zaman nihai değildi; çünkü her cevap, yeni bir sorunun tohumunu taşıyordu. Onunla her karşılaşmamda, içimde yeni bir benlik şekillendi. Ama bu yeni benlik, hiçbir zaman tamamlanmadı. Eksiklik, aşkımın içinde büyüyen bir çiçek gibiydi; her zaman eksik, ama eksik olduğu için anlamlı. Onun gidişlerinde büyüyen boşluk, dönüşlerinde yeni bir biçime kavuştu. Ben boşluğun içinde kendi doluluğumu yarattım. Bu doluluk, her zaman yeniden şekillendi.
Onunla yaşadığım her an, içimde bir kaos yarattı. Bu kaos, düzenin arayışını doğurdu. Sevgi, kaotik bir süreçmiş; insanın kendi düzenini aradığı bir laboratuvar gibi. Benim laboratuvarımda hiç bitmeyen bir deney vardı; sevgi, sonuçlardan çok sürecin kendisiydi. Onunla yaşadığım her kaos, içimde bir düzen arayışını başlattı ve bu düzen, her seferinde yeniden bozuldu.
Sevgi, varolma gücünün artışıdır. der Spinoza varlık anlatısında, Ama bu artış, aynı zamanda bir kırılganlık taşır. İnsan, sevgiyle birlikte güçlü olur; bu güç, bir teslimiyetin gölgesini taşır. Teslim olmak, insanın kendine en dürüst olduğu andır. Onun gülüşüyle içimdeki varlık gücü yükseldi; bu yükselme, kendimi ona teslim etmekle gerçekleşti. Teslimiyet, benim en insan halimdi; çünkü teslimiyet, insanın kendi sınırlarını kabul etmesi ve bu sınırların ötesine geçme çabasıydı.
Aşk, yalnızca bir duygu değil; aşk bir varoluş biçimiydi. Onunla yaşadığım her an, kendi hayatımı bir yeniden inşa süreci gibi gördüm. Her gülüşü, geçmişi ve geleceği aynı anda taşıyordu. Sevgi, zamansız bir yolculuktur. İnsan, sevgiyle birlikte geçmişi ve geleceği aşar; çünkü sevgi, yalnızca şu anda vardır. Onunla yaşadığım her an, onsuz geçen onca zamanı aşma çabasıydı sanki
Ve şimdi burada, onun gülüşünde hayatın tüm anlamını arıyorum. Aşk, felsefi bir manifesto imiş. Her cümlesi, insanın kendi varoluşunu sorguladığı bir cümle... Onunla yaşadığım her an, bu manifestonun bir parçası. Aşk, insanın kendi sınırlarını aşma çabası imiş. Onun gülüşüyle öğrendim ki, bu çaba, asla bitmeyecek bir yolculuktur.
Ekin sanat 180. Sayı
Eylül 2025
Yorumlar
Yorum Gönder